Bir yıl süren uykusuzluk, vicdanın mahkemesi. Makinist filmi, Trevor Reznik'in kendi zihninde verdiği acı dolu bir savaşı anlatıyor.
Trevor Reznik, dışarıdan bakıldığında bir makinisttir. İşe gider, makinenin başına geçer, düğmelere basar, soğuk metallerin arasında günlerini geçirir. Ama gerçekte o kendi vicdanının mahkumu. Vücudu zayıf, gözleri boş, bedeni ruhunun ağırlığını taşıyamaz hale gelmiş. Bir yıldır uykusuzdur...
Uyku… aslında insanın kendini dünyadan koruma biçimi, bilinç ile bilinçdışının buluştuğu sığınak. Ama Trevor’da bu yoktur. Çünkü bilinçaltı öylesine kirli, öylesine kanlı bir sır taşır ki, gözlerini kapattığında bile susmaz. İşte bu yüzden o, her gece ışıkları yakar, sigarasına sarılır, aynaya bakar. Ne kadar incelse, ne kadar erise de o sır, gövdesinin her boşluğunu doldurur.
Ivan… o tuhaf, kalın yapılı, eksik parmaklı adam. Bir arkadaş mı, düşman mı, yoksa vicdanın ete kemiğe bürünmüş hali mi? Aslında Ivan, Trevor’un “kendinden kaçarken karşısına çıkan kendisidir.” Bizi en çok korkutan, dışarıdaki düşman değil; kendi yüzümüzün gölgesidir. Ivan’ın sürekli belirmesi, Trevor’un kaçtıkça daha çok yakalanması demektir.
Buzdolabındaki balık, çürüyen et, pis kokular… Bunlar dışarıdan bakıldığında basit detaylar gibi görünür ama aslında Trevor’un içsel çürümesinin simgesidir. Suçunu sakladıkça, itiraf etmedikçe, içindeki vicdan ağırlaşır, bedeninin her köşesine yayılır. İnsan kendi günahını bastırmaya çalıştığında, o günah daha büyük, daha keskin geri döner.
Film boyunca Trevor’un karşısına çıkan notlar, küçük oyunlar, bulmacalar – hepsi onun kendi zihninin kurduğu bir mahkeme. Vicdanının kalemle yazdığı not." Sen Kimsin "
Ve en önemlisi: O küçücük çocuk. Araba kazasında ölen çocuk. İşte her şeyin merkezinde o vardır. Trevor’un kalbinde sakladığı gerçek. O çocuğun ölümü, onun uykusunu, huzurunu, insanlığını elinden almıştır. Çünkü en masumu, en korunmasızı incitmiş, sonra da kaçmıştır. İnsan bazen başkasının hayatını mahvettiğinde, aslında kendi hayatını da oracıkta gömer.
Filmin sonundaki teslimiyet sahnesi – polis karakoluna gidip itirafta bulunması – dışarıdan bakıldığında bir yenilgi gibidir. Ama gerçekte, Trevor’un ilk kez özgürleşmesidir. Çünkü suçunu kabul eden insan, sonunda kendini cezalandırmaktan vazgeçer. İşte o an, “uyumak istiyorum” der. Yıllardır ilk kez gözlerini kapatabilir. Çünkü vicdanın yükünü taşımak, özgürlüğünden de, bedeninden de, uykudan da daha ağırdır.
İçimde susmayan bir vicdan var..
Bir insanın kendiyle hesaplaşmasıdır. Her sahne, Trevor’un zihninde kurulmuş bir mahkeme gibidir. Ivan, bir karakter değil; suçluluk duygusunun canlandırılmış hali. Çürüyen yemekler, gerçeğin bastırılamayacağını gösteren metaforlar. Çocuğun ölümü ise vicdanın en keskin hançeri.
Trevor’un hikâyesi bize şunu fısıldar: İnsan, en büyük savaşı düşmanına değil, kendi vicdanına karşı verir. Ve kaybettiğinde bile kazanır, çünkü itiraf etmek, aslında ruhun yeniden doğuşudur.
Yasemin Hanım ağzınıza sağlık yine çok değişik bir açıdan degerlendirmişsiniz.
YanıtlaSilyine çok güzel bir yorumlama tebrik ediyorum 🙏🏻
YanıtlaSilyazını okurken gerçekten çok etkilendim. Samimiyetle söylüyorum bu kadar akıcı ve derin bir şekilde filmi çözümlemen beni şaşırttı. Sanki senin gözünden filmi tekrar izledim. Trevor’un vicdanıyla hesaplaşmasını bu kadar çarpıcı metaforlarla anlatman çok hoşuma gitti. İvan’ı vicdanın bir yüzü olarak görmen çürüyen yiyecekleri içsel çürümenin simgesi olarak yorumlaman inanılmaz güzel yaratıcı. Gerçekten yüreğine sağlık, çok güzel yazmışsın 👏
YanıtlaSil