--> Böyle Gelmişti Ama Aziz Nesin İle Böyle Gitmezdi! | Ahtapot

Böyle Gelmişti Ama Aziz Nesin İle Böyle Gitmezdi!

Aziz Nesin: Türk edebiyatının mizah virtüözü. Siyasi hiciv, toplumsal eleştiri ve insani trajediyi harmanlayarak bir dönemin aynası oldu.



Hayatımın 9’uncu ya da 10’uncu yılıydı yanılmıyorsam. Ancak 8 ve öncesi ve dahi 11 ve sonrası olmadığından eminim. Görselde görebildiğiniz kitapla annemin kütüphanesinde karşılaştım. Adı “Zübük” tü. Almancaydı. Yazarın adı da “AZIZ NESIN” dı. Gözlerime inanamamıştım. “AZIZ” dan, adının “Aziz” olduğunu tahmin ettiğim bir Türk Almanca bir kitap yazmıştı. Aklım almıyordu. Bir Türk neden Almanca bir kitap yazsındı? Türkçe bir kitabın Almancaya çevrilebileceğini tahayyül edemiyordum. Evet Şeker Portakalı, evet Çocuk Kalbi ve evet Tom Sawyer Türkçeye çevrilebilirdi ama “Zübük” gibi ne anlama geldiğini de bilmediğim adı olan bir kitap neden Almancaya çevrilsindi? Bu soruların yanıtına bir süre sonra ulaşacaktım. Aslında cevaplar teker teker karşıma çıkacaktı. Aziz Nesin’le tanışmam böyle oldu.

Güldürmenin, Düşündürmenin ve Güldürürken Düşündürmenin Saçları Dağınık ve Demli Çay Seven Virtüözü

Bir kendisi var her şeyi bilen, başka bilen yok sanıyor. Herkes kendini bir bok sanır. Ama bu herif kendini iki bok sanıyor. Aziz Nesin

Kuşkusuz, edebiyatın karmaşık ve birbirine geçmiş tünellerinde dolaşırken karşımıza çıkan bazı isimler vardır ki, onları yalnızca bir 'yazar' tanımına hapsetmek, tartışmaya açık olmakla birlikte entelektüel bir kıyamet olan indirgemeciliğin ta kendisidir. Bu isimler, metinlerinin satır aralarına sızmış bir nevi ruhsal hologram gibi, ait oldukları kültürün sınırlarını aşarak, kolektif insan hikâyesinin mürekkeple çizilen haritasını sunarlar. İşte, Türk edebiyatının bu anlamdaki en çarpıcı figürlerinden biri, adeta bir [1] gibi, her okumada altından yeni bir katmanın belirdiği Aziz Nesin'dir.

Nesin evrenine girişi, basit bir edebi tecrübeden daha çok, toplumsal bir aynanın içinden geçerek kendi vicdanımızla yüzleşme eylemi olarak tanımlayabiliriz. Nesin, kelimeleri bir mühimmat hassasiyetiyle kullandığı hiciv silahıyla, sadece gülmenin değil, aynı zamanda o kahkahanın içine gizlenmiş acının ve absürtlüğün de mimarıdır. Bu anlamda onun mizahı, bir Yakın Çağ karnaval maskesine benzer; parlak, çarpıcı ve eğlendirici olanın ardında, derin bir trajedi ve sistemli bir eleştiri gizlidir. Toplumunun çürümüş kurumlarını (Bkz. Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz), ikiyüzlü ahlak anlayışını ve otoriteyi kutsayan zihniyetini (Bkz. Zübük) , bu maskenin ardından öyle bir tiye alır ki, okur, bir an için kendini gülmeye bıraktıktan sonra, kendini aslında kendi dünyasına dair rahatsız edici bir sorgulamanın eşiğinde buluverir. Bu, Nesin’in kaleminin bir 'gülmece silahı' olmasının en temel karşılığıdır.

Fakat Aziz Nesin'i sadece bir taşlama yazarı olarak konumlandırmanın, onun entelektüel portresine yapılacak büyük bir haksızlık olduğunu düşünüyorum. Çünkü onun eserleri, aynı zamanda kusurlu, zayıf, açgözlü, fakat aynı ölçüde umut dolu ve dönüşme potansiyeli taşıyan insana dair çok katmanlı bir 'vicdan aynası'dır. Bu ayna, toplumu olduğu gibi yansıtmakla kalmayıp aynı zamanda onun olması gereken ideal formuna dair bir arzuyu, bir özlemi de içermektedir. Nesin'in metinlerinde gezinen karakterler, çoğu zaman bu ikilemin içinde sıkışıp kalmış portrelerdir; sistemin çarkları arasında öğütülürler ancak yine de insani olan her şeye sımsıkı tutunurlar. Nesin, bu tutunma halini, hiçbir zaman katı bir ahlakçılığa düşmeden, trajikomik bir şefkatle resmeder.

Dolayısıyla onun hikâyesi, yalnızca edebi anlamda bir yazarın değil, aynı zamanda sınır tanımayan bir düşünürün, amansız bir eylemcinin ve sonunda insanın ve onun potansiyelinin sarsılmaz bir savunucusunun hikâyesidir. Kimliklerin, kültürlerin ve aidiyetlerin çok katmanlı labirentinde, hiçbir kalıba sığdırılamayacak bir ses olarak, daima insan olmanın evrenselliğine işaret etmiştir. Onun için mesele, belirli bir milliyetin, sınıfın ya da ideolojinin savunuculuğunu yapmak değil; aksine, tüm bu yapay sınırların ötesinde, insanın ta kendisini anlamak ve anlatmaktır. Nesin'in mirası, bize, edebiyatın sonuçta bir oyun ve eğlence aracı olmanın çok ötesinde, kolektif bilincimizi şekillendiren, onu hem hicveden hem de değiştirip dönüştürmeye çalışan güçlü bir araç olduğunu hatırlatır. Şüphesiz ki bu miras, her okurun zihninde, kendi çağının ve toplumunun eleştirel bir okumasını yapma sorumluluğunu da beraberinde taşıyor.

Heybeliada'dan Dünyaya Bir Yol Açıldı Mehmet Nusret için

Hayatın kurduğu tuzakların en verimlileri, en beklenmedik olanlarıdır. Tarihin devasa çarklarının, insanın önemsiz görünen talihini nasıl biçimlendirdiğini görmek, her zaman büyük bir entelektüel haz kaynağı olagelmiştir. İşte bu minör ve dahi sıra dışı sayılabilecek bir hayat hikâyesi, aslında bir dönemin ruhunu anlamak için bir anahtar işlevi görebilir. Mehmet Nusret, nam-ı diğer Aziz Nesin’in hikâyesi de tam olarak budur.

Heybeliada, İstanbul'un gürültüsünden azade, denizin ortasında yemyeşil bir izbe, bir tür gönüllü sürgün mekânıdır. İşte Birinci Savaş’ın ikinci yılı, yani imparatorluğun sonunu getiren o büyük ve korkunç trajedinin tam ortası, böyle bir yerde, Mehmet Nusret’in dünyaya gelişine sahne olur. Babası Abdülaziz Efendi, toprakla ilgilenip ondan ürün devşiren bir bahçıvan ve iaşe memuruydu; annesi Hanife Hanım ise kapalı, içe dönük ev dünyasının sakin bir sakiniydi. Geleneksel ile modern arasında sıkışmış, bu ikilemin yarattığı bütün gerilimleri üzerinde taşıyan bir toplumun tam göbeğinde filizlenecek olan bir mizah virtüözünün ilk çocukluk izlenimleri, bu iki kutup arasında gidip gelmiş olmalı.

Henüz sekiz yaşında hafız olması, onun zihinsel disiplin kapasitesinin ve metinlerle kurduğu erken ve organik ilişkinin bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Bu erken başlangıç, sonradan adeta içine düşeceği kurumsal yapılar için bir tür hazırlık evresi sayılabilirdi. Darüşşafaka, bir çeşit seçilmişler okulu, yetim ve öksüzlerin devlet eliyle modernleştirildiği bir laboratuvardı. Ardından gelen Kuleli Askeri Lisesi ise, disiplin, itaat ve hiyerarşi üzerine kurulu bir dünyanın katı protokolünü öğreten bir müessese, bir kullanım kılavuzuydu. Bu iki kurum, genç Nusret’in karakterini şekillendirdi: bir yanda sorgulayan, eleştiren bir zeka, diğer yanda bu zekayı belirli bir düzene sokmaya çalışan bir disiplin anlayışının inşasından oluşuyordu bu şekillenme süreci.

Türk Silahlı Kuvvetleri, onun için bir son değil, aksine, paradoksal bir biçimde, asıl başlangıçtı. Ancak bu başlangıç, bir giriş töreniyle değil, bir çıkış, daha doğrusu bir ihraç belgesiyle oldu. Ordudan atılışı, edebiyat dünyamıza kazandırdığı paha biçilmez bir şans olarak tarihe geçti. Peki, bu ihraç nasıl gerçekleşti? Duruma en yalın haliyle baktığımızda, son derece basit ve hatta komik bir nedene dayanıyordu: İnsani bir davranış.

Dünya Savaşı’nın en karanlık, en yoğun, her anının bir kriz olarak yaşandığı yıllarda, askeri makina her türlü insani zaafı bertaraf etmek üzere katı kurallarla donatılmıştı. Bu kurallardan biri de, erlere izin verilmemesiydi. Ancak burada, kuralların soğuk ve mekanik işleyişi ile insani olanın sıcaklığı çarpışır. Çocuğu olan bir ere, muhtemelen içinde filizlenen o insani duyguya, belki de bir anlık zaafa yenik düşerek izin verir. Bu eylem, askeri bürokrasinin diline çevrildiğinde, “görevini kötüye kullanmak” suçuna dönüşür. Ve bu suçun cezası, o korkunç savaş yıllarında, dünyanın kendi kendini yediği bir hengâmede, tam olarak 4 ay 10 gün hapistir.

Buradaki trajikomik durumu analiz etmek gerekirse: Devasa bir dünya savaşının ortasında, bir subayın küçük bir insani jesti, askeri yönetmeliğin gözünde, düşmanla işbirliği kadar tehlikeli bir suç olarak kodlanıyor. Bu, kendi katı mantığı içinde işleyen her bürokratik sistemin kaçınılmaz bir sonucudur: İnsanı, kuralın bir nesnesi, bir istatistik verisi olarak görmek bu sonucu yaratır. Yaratıcı zeka ise, bu tür absürt durumların çelişkileri üzerine kuruludur. Silahlı kuvvetlerin sistemi onu dışarı atarak, aslında kendi içindeki en büyük eleştirmenini, mizahın keskin dilini besleyecek olan ham maddeyi kendi eliyle edebiyat dünyasına armağan etmiştir. O dört ay on günlük hapis, hiç şüphe yok ki Türk mizahının ve toplumsal eleştirisinin önünü açan bir bedel olarak tarihe, kuralların değil, insanın lehine yazılmıştır.

Ali Nesin – Aziz Nesin Mektuplaşmaları Üzerine: Mektuplarla Bireysel Gelişimin Tornası

Edebiyat, yalnızca kurmaca dünyaların değil; aynı zamanda gerçek hayatın en samimi, en dokunaklı ve en düşündürücü izlerini taşıyan bir akarsu gibidir. Bu akarsuyun derinliklerinde, bazen bir romanın satır aralarında, bazen de kişisel bir mektubun yaşanmışlığında, insanlığa dair büyük hakikatler de saklanabilir. İşte Ali Nesin – Aziz Nesin Mektuplaşmaları ya da özgün adıyla Canım Oğlum Canım Babacığım, tam da bu türden bir metinler bütünüdür. Yalnızca bir baba ile oğul arasındaki yazışmalardan ibaret değildir; aksine, bir ömrün nasıl inşa edilebileceğine, nasıl anlamlandırılabileceğine ve nasıl şekillendirilebileceğine dair felsefi ve pratik bir rehber niteliği taşır.

Mektuplar, modern zamanların kaybolmaya yüz tutmuş bir sanatsal iletişim aracıdır. Aceleci, kısaltılmış, yüzeysel iletişim çağında, mektup yazmak bir meditasyon, bir kendini ifade etme ve karşıdakini gerçekten anlama çabasıdır. Aziz Nesin’in oğlu Ali’ye yazdığı mektuplar, tam da bu düşünceyle kaleme alınmıştır. Ali Nesin, Türkiye’de yatılı okurken veya yurtdışında matematik eğitimi alırken, aralarındaki mesafe fiziksel olsa da, zihinsel ve duygusal yakınlıkları her bir satırda kendini hissettirir. Bu mektuplar, basit birer haberleşme aracı değil; bir babanın oğluna hayatı öğretme, onu “tornadan geçirerek” olgunlaştırma çabasının yazılı belgeleridir.

Aziz Nesin, bu mektuplarda sadece sevecen bir baba değil; aynı zamanda bir filozof, bir rehber, bir öğretmendir. Onun sesi, sayfalar arasında yankılandıkça, sadece Ali Nesin’e ya da okuyucuya değil, adeta doğrudan insanlığa hitap eder gibidir. Bir mektubunda şöyle yazıyor Aziz Nesin:

“Sevgili oğlum, yaşamda iki şey çok önemlidir: Biri iş seçmek, biri de eş seçmek. Biz çok zaman bu ikisini seçmede yanılırız. Üstelik bu yanılmalar da sonradan ne yapılsa düzeltilemez.”

Seçimler, insanın kimliğini, mutluluğunu ve geleceğini belirler evet. Yanılmanın telafisiz olabileceği uyarısı ise, bir çağrıdır: dikkat, özen, bilinçli bir seçim yapmak gerekliliğine dair bir çağrıdır bu. Aziz Nesin’in satırlarındaki çağrı, mektupların bütününe yayılan bir temadır. Aziz Nesin, mektuplarında, oğluna hayatı sorgulamayı, eleştirmeyi, anlamlandırmayı öğretir. Ali’ye hazır cevaplar sunmaz; tersine, doğru soruları sormasını sağlayacak bir zihinsel altyapı inşa etmesine destek olur.

Mektupların bir diğer boyutu ise, sanat, toplum, siyaset ve insanlık durumu üzerine derin düşüncelerle doludur. Aziz Nesin, yalnızca kendi oğluna değil, aslında bir sonraki nesle seslenir. Aslında Onun düşünceleri, kişisel olandan evrensele uzanmaktadır. Ali Nesin’in matematik eğitiminin, bu mektuplarla babasının edebi ve felsefi birikimiyle harmanlandığı da birçok mektupta da görülebilmektedir. Bu yazışmaları, nesiller arası bir diyalog olduğu kadar, disiplinler arası bir köprü olarak da düşünebiliriz. Sanat ile bilim, duygu ile akıl, birey ile toplum arasındaki sınırlar, bu mektuplarda adeta yıkılır gider.

Torna, ham bir malzemeyi işleyerek ona şekil veren bir alettir. Aziz Nesin de mektupları aracılığıyla oğlunun zihnini ve ruhunu işliyor. Ona sadece ne yapması gerektiğini söylemiyor; nasıl düşüneceğini, nasıl hissedeceğini, nasıl bir insan olacağı hakkında sesli düşünüyor adeta. Bu mektuplar, Ali Nesin’i duyarlı, düşünceli ve insanlığa değer katan bir birey haline getirme sürecinin ta kendisidir.

Canım Oğlum Canım Babacığım, edebi değeri yüksek bir mektup koleksiyonundan fazlasıdır. Bu kitap, bir babanın oğluna mirasıdır. Hayatın anlamı, doğru seçimlerin önemi, sanatın ve bilimin insanı nasıl zenginleştirdiği üzerine yazılmış bir denemeler bütünüdür. Aziz Nesin’in sesi, sayfaların arasından okura ulaşırken, yalnızca Ali Nesin’e değil, hepimize hitap eder:

Yaygın görüş odur ki; hayat, seçimlerimizle şekillenir. Ve bu seçimler, ancak bilinçle, sevgiyle ve derin bir düşünme süreciyle anlam kazanır.

Bu mektuplar, işte o bilinci aşılamak ister gibidir. Bugünün dijital, hızlı ve geçici dünyasında, mektupların sessiz ve kalıcı dili, insanı yavaşlamaya ve derinlemesine düşünmeye davet eder. Belki de tam da bu yüzden, bu kitap yalnızca bir baba-oğul hikâyesi değil; hepimizin içinde aradığı o insani ve felsefi yolculuğun bir yansımasıdır.

 Böyle Gelmiş Böyle Gitmez Üzerine

"bir hayat hikâyesi yazmak, bir hayatı yaşamak kadar zordur" Oğuz Atay

Edebi bir metni, hele ki bu bir otobiyografik anlatı ise, sadece yaşanmışlıkların kronolojik sıralanışı olarak okumak, onu anlamak değil, yalnızca yüzeyinde gezinmektir bence. Aziz Nesin, “Böyle Gelmiş Böyle Gitmez” i, tam da bu noktada, kendisini ciddiye alınması gereken çok katmanlı bir yapıt olarak sunmuş. Bu üçleme –ve aslında çok daha fazlası olması tasarlanmış, ancak maddi kaygılar nedeniyle başka yazım projelerinin ve sağlığın izin vermediği daha geniş bir projenin parçalarından oluşan bir tasarıydı– sadece bir adamın hayat hikâyesi değildir. Bu üçleme aynı zamanda yeni bir ulusun travmatik doğuşunun, o ulusun sırtına yüklenen umutların ve o umutların içinden filizlenen bireysel trajedilerin mikron büyüklüğünde bir kaydıdır.

Nesin’in bu anlatısının en çarpıcı yanı, anlatmaya çalıştığı hikâyeye fon olan Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki İstanbul'un, din ve devrimlerin toplumsal dokuda yarattığı dalgalanmaların, son derece değerli, doğrudan ve edebi bir titizlikle aktarılmasıdır. Yazar, akla gelmeyecek kadar kuvvetli bir hafıza ve son derece temiz, akıcı bir dille, çocukluk ve gençlik yıllarının tüm ayrıntılarını sunarken, okura bir tarih kitabında bulunması mümkün olmayan bir perspektif kazandırıyor. Saray erkânının veya cumhuriyet elitlerinin (!) değil, sokaktaki, evindeki, yoksullukla boğuşan sıradan insanın, halkın gözünden bir dönem perspektifini çizer usta. Bu, resmi tarih anlatısının aksine, alttan alta işleyen, gündelik hayatın acımasız gerçekliğiyle harmanlanmış bir gayri resmî tarih anlatısıdır.

Bu anlatının merkezinde, yazarın kendi bedeninde ve ailesinde kendini gösteren berrak yoksunluklar var. Annesinin diktiği haki renkli bez çantanın soğuk bir kış günü, üşüyen, uyuşan elleriyle yitirilişi, yalnızca dokunaklı bir çocukluk anısı değil, aynı zamanda yoksulluğun nesnel bir simgesidir. Nesin, bu basit nesnenin kaybı etrafında örülen iki farklı anlatıyı –birincisi kendi gerçeği, ikincisi babasının o gerçeği süsleyerek, dönüştürerek yarattığı mitosu– aktarırken, yoksulluk karşısında insan ruhunun nasıl bir savunma mekanizması geliştirdiğini de gözler önüne serer: “Hiçbir zaman: baba öyle değildi diyemedim. O, gülerek anlatırdı, ben de gülerek dinlerdim.” Bu satırlar, bir itirafın, bir uzlaşmanın ve sonuçta bir yüzleşmenin ifadesidir. Usta, yıllar sonra şu tespiti yapacaktır: “Çoğunluğun yoksul olduğu ülkede, yoksulluğun değil, varsıllığın daha utanılası olduğunu yazarlığa başlayınca anladım.” Bunu, şüphesiz ki onun sınıfsal bilincinin ve mizahının altındaki trajik zemine işaret eden temel bir kavrayış olarak yorumlayabiliriz.

Ancak bana göre bu otobiyografik projenin merkezinde, belki de en derin yarasını örnekleyen başka bir sekans daha vardır. Henüz üç yaşındaki kız kardeşinin raşitizmden mustarip oluşu ve dönemin çaresizlik ortamında, annesine akşam ezanı vakti çocuğu mezarlığa götürüp bir taşın dibine bırakması, hiç arkaya bakmadan dönmesi şeklindeki hurafe dolu “tedavi” yöntemi, okurun tüylerini ürpertecek bir saflık ve vahşet karışımıdır. Küçük Aziz’in, evin taşlığından babasının kucağında çıkan küçük tabutu bir oyun zannetmesi, mizah ile trajediyi bir arada barındıran en saf, en acılı andır. O an, geleceğin mizah yazarının ilk içten ağlamasıdır:

“Hala gülmektedir ama o.. ta ki annesinin ona ‘kardeşin öldü, gülünmez’ dediği zaman gözleri dolar ustanın..”

İşte bu arka plan, bence Nesin’in eserlerinin temel dinamiğini oluşturan “halk” kavramına nasıl karmaşık, çelişkili ve borçlu bir bakış geliştirdiğini anlamak için hayati önem taşıyor. Otobiyografisinde, lise yıllarında ulaştığı şu iç görü, onun entelektüel ve ahlaki dünyasının temel taşıdır: “Lise son sınıfına doğru, bizi yedirip içirenin, giydirip besleyenin, okutup eğitenin devlet değil, halk olduğunu anlamıştım. … Ben işte böyle bir halka elbet borçluydum ve böylesine borçlu olduğum halka ne versem ve ne denli versem borcumu ödemiş olamazdım.” Bu borç duygusu, onun yazarlık amacının ve halka hizmet etme dürtüsünün kaynağından başka bir şey değildir. Ve bu dürtü nedeniyle Böyle Gelmiş Böyle Gitmez ’in ciltleri de tamamlanamamıştır.

Fakat aynı Nesin, yıllar içinde bu sevginin biçim değiştirdiğini, “halkımızın yüzde atmışı aptal ve enayi diyecek bir yere vardığını” açıkça itiraf eder. Bunun, bir ihanet ya da sevgisizlik değil, tam aksine, derin bir bağlılığın ve ödevin getirdiği acımasız bir hayal kırıklığının, gözleminin sonucu olduğunu düşünüyorum. Onu eleştirenlerin anlamakta zorlandığı ince ayrım da budur: Nesin’in eleştirisi, yabancı birinin küçümsemesi değil, aile içi bir hesaplaşmanın, borcunu ödeyememiş bir evladın içerden, yakıcı ve samimi serzenişinin düşünsel karşılığıdır.

“Böyle Gelmiş Böyle Gitmez”, Aziz Nesin’i bir mizah yazarından öte, kendi deyişiyle, esin perileri, kira isteyenler, alacaklılar, bir türlü tükenmeyen gereksinimleri olan bir sanatçı olarak anlamak için bir giriş kapısıdır. Çünkü bu üçleme, onun neden yazdığının, o altı delik ayakkabının soğuğunu üzerinden hiç atamayan adamın içindeki yaratma ateşinin kodlarını barındırıyor. Eser, planlandığı gibi tamamlanamamış olsa da, “Yol”, “Yokuşun Başı” ve “Yokuş Yukarı” isimli ciltleriyle, bir dönemin ruhunu ve o dönemin içinde şekillenen kural dışı ve direngen bir zihnin portresini çizmekte son derece net ifadelere sahip. Üçlemeyi okuma fırsatı bulursanız -ki bence bu fırsatı yaratmalısınız-  bu üçlemenin sayfalarında, yalnızca bir yetişkinliğe yokuş yukarı tırmanan bir insanın değil, bir ülkenin çocukluk travmalarının izlerini sürebilirsiniz.

Sözün Sonu; Gülmek ve Düşünmek Üzerine

Bir metnin sonu, bazen onun gerçek başlangıcıdır. Okur, sona erdiğini düşündüğü yerde, aslında metnin kendisine fısıldadığı sayısız anlam girdabının tam ortasında kendini bulur. Aziz Nesin'in kalıtı da böyle bir son-başlangıçtır; okuru, gülme eyleminin sığ bir tepkiden ziyade, karmaşık bir entelektüel direniş biçimi olduğu o derin, karmakarışık düşüncenin içine davet eder.

Onun mizahı, sabırlı ve bir o kadar da şüpheci bir zihnin ürünüdür. Kelimeleri, gündelik olanın kabuğunu kırarak altındaki evrensel çelişkiyi teşhir eder. Bu mizah, güldürürken asla rahatlatmaz; aksine, okuyucuyu bir anlık tebessümün ardına saklanmış olan utancın, öfkenin ve sorgulamanın soğuk sularına iter. Bu, bir tür yazınsal devrimdir: gündelik hayatın kodları çözülür, anlamlar ters yüz edilir ve iktidarın kutsalları, alaycı bir ayinin nesnelerine dönüşür.

Nesin'in kişisel tarihi, bu direnişin kodlarını taşır. Dindar bir baba ile dünyevi bir annenin çocuğu olarak, en başından itibaren bir çatışmanın, bir diyalektiğin öznesi olmuştur. Askeri okuldaki yılları, onun yapısalcı bir bakışla sistemi çözümleme yeteneğini keskinleştirmiş; "dünyanın en borçlu insanı" olma hissi ise bu borcu, halka karşı ödenmesi gereken entelektüel ve vicdani bir sorumluluğa dönüştürmüştür. Onun kendini sosyalist tarif etme tercihi, ideolojik bir ihtiyaçtan öte, bu kişisel ve felsefi hesaplaşmanın doğal sonucudur.

Bu nedenle, onun eserleri yalnızca edebi metinler değil, aynı zamanda birer kültürel arkeoloji çalışmasıdır. Toplumun katmanları, bürokrasinin saçma ritüelleri, siyasetin ikiyüzlü retoriği, bir arkeolog titizliğiyle kazınır ve ortaya çıkarılan her buluntu, çağının bir tanığı olarak kayıt altına alınır. Bu tanıklık, naif bir iyimserlikten uzak, trajikomik bir bilgeliktir. Tıpkı kuvvetlilerin başarısızlıklarından dahi kuvvet alabildiğini anlattığı o unutulmaz sözünde olduğu gibi... Nesin de toplumun başarısızlıklarından, çürümüşlüklerinden ve çelişkilerinden bir direnç ve ilham hammaddesi üretmeyi bilmiştir.

Dolayısıyla, 6 Temmuz 1995'te aramızdan ayrılan bir bedenin değil, fikirlerin ve kahkahaların asla yenilmeyeceğine dair bir imzanın kısa öyküsüdür bu. Nesin'in mirası, gülmenin en ciddi eylem, düşüncenin ise en radikal direniş olduğu o kadim bilgeliği hatırlatmaya devam ediyor. Bu, son söz değil, okuru bu sonsuz diyaloğa davetin ta kendisidir.

Serkan Sonakın

 

Kaynakça

1.       Aziz Nesin, Böyle Gelmiş Böyle Gitmez I – Yol, 1972, Bilgi Yayınevi
2.       Aziz Nesin, Böyle Gelmiş Böyle Gitmez II – Yokuşun Başı, 1976, Tekin Yayınevi
3.       Aziz Nesin, Böyle Gelmiş Böyle Gitmez III – Yokuş Yukarı, 1996, Adam Yayınları
4.       Aziz Nesin Ali Nesin Mektuplaşmaları 1’inci cilt, 1994, Düşün Yayınları
5.       Aziz Nesin Ali Nesin Mektuplaşmaları 2’nci cilt ( Üniversite Yılları ), 1996, Düşün Yayınları
6.       Aziz Nesin Ali Nesin Mektuplaşmaları 3’üncü cilt ( Doktora Yılları ), 1994, Düşün Yayınları
7.       Aziz Nesin Ali Nesin Mektuplaşmaları 4’üncü cilt, 1995, Düşün Yayınları
8.       Aziz Nesin, Sizin Memlekette Eşek Yok mu? - Aziz Nesin'in Aziz Nesin'den Seçtikleri, 1995, AD Yayıncılık
9.       Die skandalösen Geschichten vom Türkischen Erzgauner Zübük Ein satirischer Roman, Nesin, Aziz und Herbert Melzig, Berlin Rütten & Loening, 1968, Leinen
10.     Yalçın, Murat (Ed.) (2010). “Nesin, Aziz”. Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi. C. II. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. s. 751-754.
11.     https://gelenek.org/sosyalizm-tarihinden-portreler-aziz-nesin/
12.     https://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/aziz-nesin
13.     https://www.halkkitabevi.com/aziz-nesin-kimdir
14.     Aziz Nesin'in Ölümünden Önceki Son Konuşması | 32.Gün Arşivi - https://www.youtube.com/watch?v=qzhRbx3bgsw
15.     Aziz Nesin Söyleşisi - Zeynep Oral - https://www.youtube.com/watch?v=dusWvvXprvs
16.     Aziz Nesin Belgeseli - Yaşasın Sanat - https://www.youtube.com/watch?v=HURBJtU5AxI&list=PLoWj7Bko3isBAdWPyC7IPuOBl9JxlBp35&index=28
17.     Aziz Nesin Vakfı Belgeseli - Tan Oral - https://www.youtube.com/watch?v=CePwvi-tC-Q

 

 

 

[1] Metinsel çalışmalarda palimpsest, bir tomar veya kitaptan alınmış, metnin başka bir belge biçiminde yeniden kullanılmak üzere kazındığı veya yıkandığı el yazması bir sayfadır. Palimpsest kavramı, söz konusu eserlerin çok katmanlı yapısını ve aktarım sürecini açıklamaktadır. Özellikle modern edebiyat, resim ve sinemada palimpsest, etkileyici bir ifade ve anlatı aracıdır.

 

YORUMLAR

BLOGGER: 1
  1. Emeğine yüreğine kalemine sağlık.

    Bu yazı benim yüreğime,aklıma,ruhuma çok iyi geldi 👏👏

    YanıtlaSil

Ad

Ahmet Sorgun,3,Ayşe Filiz,7,Çizgi Roman,13,Dans,10,Deniz Bulut,9,Devin Aykalı,10,Doğan Kargı,10,Edebiyat,18,Evrim Şengel,9,Fotoğraf,5,Heykel,9,Mehmet Keskin,12,Mustafa Gören,7,Müzik,19,Resim,12,Serkan Sonakın,4,Simge Loda,9,Sinema,27,Tiyatro,9,Umut Öz,23,Yasemin,19,
ltr
item
Ahtapot: Böyle Gelmişti Ama Aziz Nesin İle Böyle Gitmezdi!
Böyle Gelmişti Ama Aziz Nesin İle Böyle Gitmezdi!
Aziz Nesin: Türk edebiyatının mizah virtüözü. Siyasi hiciv, toplumsal eleştiri ve insani trajediyi harmanlayarak bir dönemin aynası oldu.
https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhFb_L0ZgbmhlUN3zqA9J0fF1d2prs1ldYYBJjZUDIpDRcyWDdn9lQFE6_K7aDPf3QwWnj3z3I0llx2ncao9X4kircQZ1b3lKs73HhUnCa9noxZro6hWnYZLdCDFF8DpBG01q4QaiE9BDYpRei5IPsnhTCwZCVid0ZNpTuJFgacaxBQ19CvMIDC1JCugLaA/w640-h422/Aziz%20Nesin.jpg
https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhFb_L0ZgbmhlUN3zqA9J0fF1d2prs1ldYYBJjZUDIpDRcyWDdn9lQFE6_K7aDPf3QwWnj3z3I0llx2ncao9X4kircQZ1b3lKs73HhUnCa9noxZro6hWnYZLdCDFF8DpBG01q4QaiE9BDYpRei5IPsnhTCwZCVid0ZNpTuJFgacaxBQ19CvMIDC1JCugLaA/s72-w640-c-h422/Aziz%20Nesin.jpg
Ahtapot
https://ahtapotart.blogspot.com/2025/09/aziz-nesin.html
https://ahtapotart.blogspot.com/
https://ahtapotart.blogspot.com/
https://ahtapotart.blogspot.com/2025/09/aziz-nesin.html
true
1638462025907147927
UTF-8
Bütün Yazılar Yüklendi Henüz bir şey yok HEPSİNİ GÖSTER Devamını Oku Cevapla Cevabı sil Sil Ana Sayfa SAYFALAR YAZILAR Hepsini Göster ÖNERİLENLER ETİKET ARŞİV ARA TÜM YAZILAR Not found any post match with your request Ana Sayfaya Dön Pazar Pazartesi Salı Çarşamba Perşembe Cuma Cumartesi Paz Pzt Sal Çar Per Cum Cts Ocak Şubat Mart Nisan Mayıs Haziran Temmuz Ağustos Eylül Ekim Kasım Aralık Oca Şub Mar Nis May Haz Tem Ağu Eyl Eki Kas Ara just now 1 minute ago $$1$$ minutes ago 1 hour ago $$1$$ hours ago Yesterday $$1$$ days ago $$1$$ weeks ago more than 5 weeks ago Followers Follow THIS PREMIUM CONTENT IS LOCKED STEP 1: Share to a social network STEP 2: Click the link on your social network Copy All Code Select All Code All codes were copied to your clipboard Can not copy the codes / texts, please press [CTRL]+[C] (or CMD+C with Mac) to copy Table of Content