Marvel'ın en trajik figürü Scarlet Witch. Gücü, kayıp ve travmayla başa çıkma aracı. Gerçekliği bükerek kendi acısından kaçan bir kahraman.
Marvel evreninin en trajik ve bir o kadar da güçlü figürlerinden biri olan Wanda Maximoff, nam-ı diğer Scarlet Witch, gücünü sadece evreni değiştirebilme yeteneğiyle değil, aynı zamanda taşıdığı tarifsiz kayıp ve travmanın derinliğiyle ölçer. Onun hikayesi, bir süper kahraman destanından çok, insanın acıyı dindirmek için ne kadar ileri gidebileceğinin psikolojik bir incelemesidir. Wanda'nın gücü olan gerçekliği bükme, onun için bir yetenekten ziyade, başa çıkamadığı yıkımı onarmak için kullandığı yıkıcı bir savunma mekanizmasına dönüşmüştür.
Wanda'nın trajedisi, hayatındaki her önemli kaybın, onun gerçeklik üzerindeki kontrolünü daha da gevşetmesiyle başlar. Ailesini, ikiz kardeşi Pietro'yu ve en önemlisi sevdiği adam Vision'ı defalarca kaybetmenin acısı, evrenin kabul ettiği hakikati reddetmesine neden olur. Normal bir insanın yası, kabullenme ile sonuçlanırken, Wanda'nın yası, Böyle olmak zorunda değil isyanıyla sonuçlanır. Bu, onun en büyük çatışmasıdır: Gerçeklikten kopuş. Zira hakikat, ona sürekli acı veren bir düşman haline gelmiştir. Gerçeklik, sevdiklerini elinden alan, mutluluğunu çalan zalim bir yasadır. Acıyı dindirmenin yolu ise, o acının var olduğu dünyayı silip, yerine acı çekmeyeceği, kendi arzularının ve anılarının mükemmel bir şekilde işlediği yeni bir illüzyon kurmaktır.
Wanda'nın gücüyle yarattığı dünyalar, birer taklit veya kusurlu birer rüya evidir. Örneğin, çocuklarının var olduğu, Vision’ın yaşadığı o idealize edilmiş kasaba hayatı, Wanda'nın bilincinin derinliklerinden fışkıran bir dileğin somutlaşmış halidir. Ancak bu yaratımlar ne kadar kusursuz görünse de, temelinde bir yalan olduğu için kalıcı olamaz.
Doğal olarak bu durum, Wanda'nın eylemlerini ahlaki bir gri alana taşır. O, kötü niyetli bir karakter değildir; o, sadece kontrol edemediği bir acıdan kaçmaya çalışan biridir. Ancak onun kişisel travması, varoluşun kendisini tehlikeye atar. Gerçekliği kendi isteğine göre bükerek, sadece kendi acısını dindirmeye çalışmakla kalmaz, aynı zamanda çevresindeki herkesin hayatını, anılarını ve özgür iradesini hiçe sayar. Bu da, trajik kahramanın, farkında olmadan en büyük tehdide dönüşmesini sağlar.
Wanda'nın gerçekliği inkâr etmesi, aslında bir insanın derin travma karşısında yaşadığı doğal tepkinin abartılmış, kozmik bir yansımasıdır. Bir kayıp yaşandığında, zihin çoğu zaman inkâr aşamasına sığınır; "Bu olamaz, o geri gelecek" der. Wanda'nın gücü, bu psikolojik inkârı fiziksel bir gerçeğe dönüştürme yeteneği verir. O, kalbini kırmış olan her şeyi, gücüyle tamir etmeye çalışır; ancak biliyoruz ki, kırılan bir kalp, sihirle bile olsa eski haline dönemez.
Çizgi romanlarda en çarpıcı örneklerinden biri House of M. Sevdiklerini, özellikle de çocuklarını kaybetmenin ağırlığı, onu öyle bir noktaya getiriyor ki, tüm evreni yeniden yazıyor. Mutantların ezildiği bir dünyayı, tam tersine mutantların baskın ve ayrıcalıklı olduğu bir ütopyaya dönüştürüyor. Burada trajik olan, Wanda’nın kötücül bir niyetle hareket etmemesi. Aksine, acısını dindirmek, sevdiklerini yeniden kucaklamak istiyor. Ama gerçeklikten koparak yarattığı dünya, sadece onun tesellisi oluyor; başkaları içinse yeni bir trajedinin kapısını açıyor.
Benzer bir kırılma noktası WandaVision dizisinde de karşımıza çıkıyor. Vision’ın ölümünü kabullenemeyen Wanda, küçük bir kasabayı tamamen kendi hayaline hapsediyor. Amerikan sitcomlarının sıcak, güvenli ve nostaljik atmosferinde bir aile kuruyor; Vision’ı ve hayalini kurduğu çocuklarını yaşıyor. İzlerken, onun mutluluğuna sevinmekle, bu illüzyonun aslında bir işgal olduğunu bilmek arasında sıkışıyorsunuz. Burada Wanda’nın hüznü, Acıyı dindirmek için başkalarının özgürlüğünü yok saymak ne kadar haklı bir gerekçe olabilir? sorusunu sorduruyor.
Nihayetinde, Scarlet Witch'in hikayesi, mutlak gücün bile mutlak acıyı dindiremeyeceğini gösterir. O, ne kadar çok bükmeye çalışırsa çalışsın, gerçeklik her zaman kendi yasalarıyla geri döner. Wanda'nın trajedisi, sadece bir çizgi roman karakterinin hikayesi değil, hepimizin içindeki o kırılgan, kayıp karşısında teslim olmak istemeyen, kendi gerçekliğini yaratmaya çalışan yanımızın bir yansımasıdır.
👏👏👏
YanıtlaSil