Anlık fotoğraf: Zamanı donduran bir sihirli kutu. Deklanşörle kesilen o mutlak "şimdi" anı, geçmişten fısıldayan şiirsel bir yoğunluk yaratır.
Fotoğraf, günümüzde herkesin yanlış anladığı şekilde bas-çek mantığıyla yakalanan basit bir ışık kaydından ibaret değildir; o, zamanı dondurarak hapseden, böylece izleyiciye geçmişten gelen bir sırrı fısıldayan sihirli bir kutudur. Fotoğrafın gücü, olayların bitimsiz akışını durdurmasında, evrenin sonsuz hareketinde yakaladığı o benzersiz an'ı bir daha çözülmemek üzere sabitlemesinde yatar. Bu dondurulmuş an, kendi içinde hem dramatik bir yoğunluk hem de derin bir şiirsellik taşır.
Fotoğrafın yakaladığı an, ne öncesi ne de sonrası olan, mutlak bir şimdi’dir. Fotoğrafçı, deklanşöre bastığı milisaniyede, yalnızca ışık ve gölgeyi değil, aynı zamanda o kareye sığan tüm zamansallığı da keser. Bu kesik, izleyici için bir tür şok anıdır: Sahnedeki duygu, eylem ya da ilişki, tam zirve noktasında yakalanmış ve sonsuza dek uzatılmıştır. Diğer yandan bakıldığında, eski SLR (single lens reflex) makineler üzerinden konuşuyoruz elbette, fotoğrafçının en acı anıdır bu aynı zamanda. Çünkü o milisaniye içerisinde yakaladığı görüntüyü kendisi görememiştir. Öncesi ve sonrası tamamdır ama ölümsüzleştirdiği fotoğrafın yaşandığı anı vizörün kapanmasından dolayı görememiştir.
Savaş fotoğrafçılığında bir mermi isabetinin anı, sokak fotoğrafçılığında iki yabancının gözlerinin tesadüfi buluşması ya da bir bebeğin ilk kahkahasının yakalanması... Bu anlar, eğer fotoğraf olmasaydı, belleğimizde yalnızca bulanık bir duygu olarak kalacaktı. Fotoğraf, bu anları çıplak bir yoğunlukla sunarak, izleyiciyi o anda yaşanan tüm gerilimi, neşeyi veya acıyı hissetmeye zorlar. İzleyici, dondurulmuş bir tiyatro sahnesinin önünde durur ve tüm hikâyeyi, sadece o tek karedeki ipuçlarından çözmek zorundadır. Anlık fotoğrafın şiirselliği, bellek ve zamansallık kavramlarıyla olan karmaşık ilişkisinden kaynaklanır.
Fotoğraf, geçmişe ait somut bir kanıt sunsa da, aynı zamanda zamanın akışına karşı ironik bir direniştir. Fotoğraf, işte buradaydı derken, kaçınılmaz olarak artık burada değil gerçeğini de hatırlatır. O fotoğraf karesindeki tüm insanlar, nesneler ve duygular, deklanşöre basıldığı andan itibaren değişmeye, yaşlanmaya ve kaybolmaya başlamıştır. Fotoğraf, bu kaçınılmaz kayıp karşısında bir tür teselli işlevi görse de, aynı zamanda izleyiciye zamanın durdurulamazlığını da hatırlatır.
Fotoğrafın şiirselliği, bu dondurulmuş anın yarattığı boşlukta yatar. Bir karenin bize gösterdiklerinden çok, göstermediklerini hayal etmeye başlarız. O figür oradan ayrıldıktan sonra nereye gitti? Bu bakışın ardından hangi sözler söylendi? Bellek, fotoğrafın sunduğu kısıtlı bilgiyi alıp, bilinçli veya bilinçsiz olarak, o anı yeniden canlandırmak ve etrafını hikâyelerle doldurmak zorunda kalır. Fotoğraf, bu haliyle bir illüstrasyon değil, bir meditasyon aracıdır.
Anlık fotoğraf, bir sanat eserinden öte, varoluşun kendisi üzerine yorumdur bir bakıma. O, anlık ve geçici olanın sonsuz ve kalıcı olana dönüştürüldüğü, ışık ve kimyanın birleşimiyle gerçekleşen bir küçük mucizedir. Fotoğrafçının seçtiği o tek an, tüm bir hayatın özeti haline gelir ve izleyicinin kendi belleğiyle, kendi zamansallığıyla yüzleşmesine olanak tanır. O donmuş karede, insanlık hallerinin en saf ve en dramatik şiiri yatmaktadır.

Peki yazının muhteşemliği ❤️
YanıtlaSilÇektiğim tüm fotoğraflara yeniden bakma ihtiyacı hissettim kalemine sağlık 🙏👏