Edebiyatın DNA'sı: Mitler. Campbell'ın Monomit'i ve arketipsel figürler, modern hikâyelere evrensel bir bağlam sunarak dönüşüyor.
Edebiyat, ne kadar modern, ne kadar değişik, farklı ya da ne kadar avangart olursa olsun, köklerini daima insanlığın ilk hikâye anlatma biçimi olan mitlere salar. Mitler, kültürel belleğimizin DNA'sıdır; sadece eski hikâyeler değil, insan ruhunun evrensel çatışmalarını, korkularını ve arzularını kodlayan arketipsel çekirdeklerdir. Mitlerin edebiyata yansıması, bir taklit eylemi değil, çağlar boyunca süren bir dönüşüm, yeniden yorumlama ve onurlandırma sürecidir. Edebi eserlerin, hangi çağda ve coğrafyada yazılmış olursa olsun, okuyucuda güçlü bir yankı uyandırmasının temel nedeni, mitlerin sunduğu arketipsel kalıplardır.
Daha önce Çizgi Romanlarda Mitolojik Motifler yazısında da bahsedilen ve Joseph Campbell'ın çözümlediği Monomit, edebiyatın omurgasını oluşturur. Ulysses'in destansı yolculuğundan J. R. R. Tolkien'in Frodo'suna, hatta bilim kurgu ve fantastik türündeki sayısız ana karaktere kadar, Çağrı, Reddetme, Mentorla Tanışma ve Dönüş evreleri sürekli kendini tekrar eder. Yazar, bu kalıbı kullandığında, bireysel bir hikâye anlatmanın ötesine geçer; okuyucunun kolektif bilinçaltında saklı olan insanlık macerasının evrensel kodlarını aktive eder.
Aynı zamanda edebiyat, mitolojik figürlerin (Prometheus, Medea, Sisyphus, Merlin) psikolojik ve ahlaki yüklerini devralır. Örneğin, ışığı ve bilgiyi çalıp insanlığa veren Prometheus arketipi, Faust'tan modern bilim kurgu kahramanlarına kadar, sınırları aşan deha ve bu dehanın getirdiği ezeli ceza temalarını besler. Bir yandan da modern edebiyat, mitleri olduğu gibi kabul etmek yerine, onları sorgulama ve yapıbozuma uğratma eğilimindedir. Bu, mitolojik motiflerin en yaratıcı ve eleştirel yansımasıdır. Çağdaş yazarlar, mitlerin resmi versiyonlarında sesi kısılan figürlere odaklanırlar. Örneğin, mitin merkezinde yer almayan kadın karakterlerin, tanrıların veya canavarların hikâyelerini anlatmak (Medea'nın, Kirke'nin veya Penelope'nin hikâyesinin yeniden anlatılması), eskiye ait anlatıların ataerkil yapısını eleştirir ve okuyucuya çok sesli bir gerçeklik sunar.
Edebiyat, artık mitleri sadece geçmişin destanlarında aramıyor; onları gündelik hayatın anlamsızlığında ve kentsel yabancılaşmada buluyor. James Joyce'un Ulysses'i gibi eserlerde, sıradan bir adamın bir günde yaşadıkları, Ulysses'in on yıllık yolculuğunun destansı bir parodisine dönüşüyor mesela. Mit, böylece yüce olandan sıyrılıp, insan deneyiminin karmaşasını kutsayan bir araç haline geliyor.
Mitlerin edebiyata sızmasının en derin nedeni, insanın dünyadaki kaosu anlamlandırma ihtiyacıdır diyebiliriz. Edebiyat, mitolojinin sunduğu güçlü sembolizmi kullanarak, okuyucunun kendi kişisel dramalarını evrensel bir bağlamda görmesini sağlar. Karşılaşılan bir ihanet, bir dostluk, bir fedakârlık, binlerce yıl önce yazılmış bir mitin modern bir tekrarı olarak algılandığında, bireysel acı kolektif bir deneyime dönüşür. Mitler, edebi dile sonsuz bir sembolizm ve metafor kaynağı sunar. Bir yazarın İkarus kompleksi'nden bahsetmesi, uzun bir açıklamaya gerek kalmadan sınır tanımaz hırsın kaçınılmaz düşüşünü ima eder. Bu kültürel stenografi, metne derinlik ve zenginlik katar.
Mitler, edebi eserlerin altından akan gizli bir nehirdir. Edebiyat, bu nehirden sürekli su çekerek hem beslenir hem de nehrin akış yönünü değiştirir. Bu dönüşüm, bize hikâyelerin asla ölmediğini, yalnızca zamanın ve yazarın sesiyle yeniden fısıldandığını gösterir.

YORUMLAR