William Blake'in Nebuchadnezzar'ı ile karşılaştığımda, zihnimde bir an durup kalıyorum. Bu, sadece bir resim değil; insan ruhunun en karanlık köşeleri
William Blake'in Nebuchadnezzar'ı ile karşılaştığımda, zihnimde bir an durup kalıyorum. Bu, sadece bir resim değil; insan ruhunun en karanlık köşelerine, deliliğin sınırlarına ve doğanın acımasız kucaklayışına yapılan bir yolculuk. Tempera tekniğiyle, bir nevi renkli monotip olarak hayat bulan bu çalışma, Blake'in kendine has dehasının ve iç dünyasının bir dışavurumu adeta.
Bir Kralın Düşüşü
Aslında, Blake burada doğrudan İncil'deki Daniel Kitabı'nda anlatılan bir hikayeyi görselleştiriyor: Babil'in kudretli kralı Nebuchadnezzar'ın yedi yıl süren delilik dönemi, hayvanlar gibi ot yediği ve çiy ile ıslanmış bedeniyle doğada sürüklendiği o korkunç zaman dilimi. Ama Blake'in yorumu, basit bir illüstrasyonun çok ötesinde. O, bu düşüşü, sadece bir ceza olarak değil, aynı zamanda insanın hayvaniliğe, içgüdülerine geri dönüşünün, bir tür ilkel arınmanın metaforu olarak sunuyor gibi.
Görüntüdeki çıplaklık, sadece fiziksel bir durum değil; aynı zamanda kralın tüm ihtişamından, statüsünden, hatta kimliğinden soyutlanışının bir göstergesi. O artık giysilerinin ardına saklanamayan, tahtının ve krallığının sembolleriyle örtünemeyen, çırılçıplak bir varlık. Bu çıplaklık, aynı zamanda bir savunmasızlığı, zihinsel ve fiziksel bir teslimiyeti de fısıldıyor.
Çizgilerin ve Renklerin Psikolojik Dansı
Blake'in bu eserde kullandığı tempera tekniği ve renkli monotip yöntemi, resme o kendine özgü, neredeyse rüyavari ama bir o kadar da ürkütücü dokusunu veriyor. Tempera, sanat tarihinde oldukça köklü bir geçmişe sahip, popüler ve dayanıklı bir boyama tekniğidir. En basit tanımıyla, pigmentlerin bir bağlayıcı madde ile karıştırılmasıyla oluşturulan bir boya türüdür. Geleneksel olarak bu bağlayıcı madde yumurta sarısı olmuştur, bu yüzden yumurta temperası olarak da bilinir. Ancak, kazein veya diğer hayvansal tutkallar da bağlayıcı olarak kullanılabiliyor. Tempera boyaları, sulu boyadan daha opak, yağlı boyadan ise daha hızlı kuruyan bir yapıya sahip. Bu özellik, sanatçıların katman katman çalışmasına olanak tanır ancak renklerin birbirine karışması (karıştırma) konusunda yağlı boya kadar esneklik sunmaz. Tempera ile yapılan çalışmalar genellikle mat bir yüzeye sahiptir ve zaman geçse de renkleri canlılığını korur. Rönesans döneminin birçok büyük eseri, bu tekniğin dayanıklılığının ve estetik çekiciliğinin en güzel örneklerindendir. Renkli monotip ise tek baskılık bir tekniktir. Adından da anlaşılacağı gibi, bu yöntemle sadece bir adet özgün baskı elde edilir, yani her bir baskı kendi başına benzersiz bir eserdir. Benzerlerini yapabilirsiniz yani ama birebir aynısını üretmek imkansıza yakındır. Bu teknik, temelde düz bir yüzeye (genellikle cam, metal plaka veya pleksiglas) boyaların uygulanmasıyla başlar. Sanatçı, bu yüzeye doğrudan fırçalarla, rulolarla veya başka araçlarla renkleri serbestçe uygular. Boya hala ıslakken, bir kağıt bu boyalı yüzeye yerleştirilir ve üzerine elle veya bir baskı presi yardımıyla hafifçe bastırılır. Bu basınç sayesinde boya kağıda aktarılır. Kağıt kaldırıldığında, boyanın büyük kısmı aktarılmış olur ve orijinal plaka üzerindeki görüntü neredeyse tamamen kaybolur, bu da monotip (tek baskı) adını açıklar. Bu bağlamda renkli monotip, sanatçıya anlık bir ifade özgürlüğü sunar. Detaylı çizimlerden ziyade, renklerin ve dokuların kendiliğinden etkileşimine olanak tanır, bu da her baskının beklenmedik ve büyüleyici sonuçlar vermesini sağlar. Konumuz olan eserdeki renkler, canlı ama bir o kadar da karamsar; toprak tonları, yeşiller ve maviler, kralın içinde kaybolduğu vahşi doğanın kasvetli atmosferini yaratıyor. Fırça darbeleri, Nebuchadnezzar'ın saçlarının darmadağınık halini, pençeleşmiş ellerini ve diz çökmüş, neredeyse hayvani duruşunu vurguluyor. O kadar keskin ve ifade dolu ki, deliliğin içindeki kıvranışı ve çaresizliği iliklerine kadar hissediyor insan.
Nebuchadnezzar'ın yüzündeki ifade… Tamamen boş değil, ama aynı zamanda bilinçli de değil. Gözlerindeki bakış, uzaklara dalmış, bir şeyleri anlamaya çalışan ama aynı zamanda kaybolmuş bir ruhun bakışı. Sadece bir delilik anı değil, insanın doğanın ilkel gücü karşısındaki ezilmişliğinin de bir portresi. Sanki doğa, bu kibirli krala haddini bildirmiş ve onu ait olduğu yere, yani ilkel varoluşuna geri döndürmüş gibi.
Blake'in Evreninde Bir Anayurt
Blake'in diğer eserleriyle kıyasladığımda, Nebuchadnezzar onun insan doğasına, ilahi adalete ve sanatsal özgürlüğüne olan derin inancını bir kez daha gösteriyor. Bu tablo, sanatçının kendi mitolojik evreninde dolaşan, karanlık ve aydınlık arasındaki sınırları zorlayan bir zihnin yansıması. O, sanatıyla sadece hikaye anlatmıyor, aynı zamanda bizleri kendi içimizde, bilinçaltımızın derinliklerinde bir yolculuğa çıkarıyor.
Sonuçta, Nebuchadnezzar sadece bir İncil hikayesinin görselleştirilmesi değil; insanın kırılganlığına, deliliğin çekiciliğine ve doğanın kudretine dair zamansız bir meditasyon. William Blake'in dehasının, bir fırça darbesiyle, çıplak bir bedende ve darmadağınık bir ruh halinde nasıl bir evren yarattığının hayranlıkla izlenen kanıtı. Bu resim, her baktığınızda sizi farklı bir boyuta sürükler, insan olmanın karmaşıklığını ve zayıflığını yeniden sorgulatır.
YORUMLAR