Margaret Atwood, Octavia Butler ve Paolo Bacigalupi gibi distopya yazarlarının kurguları, iklim krizi ve toplumsal çöküşle nasıl gerçeğe dönüştü?
Margaret Atwood 1985’te Damızlık Kızın Öyküsü’nü yazarken, “Buradaki her şey tarihte yaşandı” demişti. Ama bugünün iklim distopyaları daha korkunç bir şey yapıyor. Bugünün distopyalarını tarihin yazmasına gerek yok çünkü onları haber bültenleri yazıyor. Paolo Bacigalupi’nin kuraklıkla kavrulan dünyaları, Octavia Butler’ın göç dalgaları, Jeff VanderMeer’in mutasyona uğramış ekosistemleri... Hepsi gazete manşetlerine dönüştü. Peki yazarlar kahin miydi, yoksa insanlık kurgunun bile öngöremeyeceği bir hızla kâbusa mı koşuyor?
Yavaş Kıyametin Anatomisi
Su Savaşları Artık metafor değil! Bacigalupi’nin Su Savaşçısı'nda (The Water Knife - 2015) anlattığı hikaye, Himalayalar’daki buzul erimesiyle bugün Hindistan-Çin-Pakistan arasında gerilen baraj politikalarının neredeyse birebir kopyası. Margaret Atwood’un MaddAddam Üçlemesi ise hemen önümüzde duruyor. Genetiği değiştirilmiş virüsler (Oryx ve Crake), COVID-19 sonrası laboratuvar sızıntısı teorilerini akla getirirken; CorpSeCorps şirket orduları, özel güvenlik şirketlerinin iklim göçü kamplarındaki varlığıyla örtüşüyor. Okuyanlar bilir, Kim Stanley Robinson da bizi uyarmıştı. Ministry for the Future'da (2020), Hindistan’da 40°C’yi aşan sıcaklık dalgasıyla 2.2 milyon insanın ölümünü anlatıyordu. 2022’de Hindistan’da 49,2°C ile rekor bir sıcaklık dalgası yaşandı. Robinson'un bahsettiği sayı ortaya çıkmadı elbette. Ama bu olmayacağı anlamına da gelmiyor. Naomi Klein'ın dediği gibi; "Distopyacılar geleceği tahmin etmedi – sadece bilimin verilerini kurguya çevirdi."
İklim Aktivizmi: Distopik Kahramanlar Gerçek Oluyor!
Greta Thunberg’in “Skolstrejk för klimatet” (iklim için okul grevi) pankartıyla tek başına İsveç parlamento önüne oturması, distopya edebiyatının tipik genç direnişçi arketipini (Collins’in Açlık Oyunları’ndaki Katniss'i gibi) gerçeğe taşıdı. Edebiyatın gerçekleşmeye başlamış isyan çağrısı bununla da kalmıyor tabi. Atwood’un Antilop ve Flurya’sındaki genç iklim aktivisti Toby, Greta’nın “Beni umudunuz çaldı!” çıkışıyla aynı dili konuşuyor neredeyse, hem de Thunberg'den uzun zaman önce. Ayrıca Octavia E.Butler’ın Parable of the Sower adlı spekülatif kurgusundaki Earthseed hareketinin, günümüzde sokaklarda kendine yer bulan Britanya kökenli Extinction Rebellion aktivistlerinin felsefesine ilham vermiş gibi görünüyor.
Komik ama Bilim Kurgu, Bilimin Laboratuvarına Dönüştü!
Jeff VanderMeer’in Southern Reach üçlemesinde anlatılan (sanırım ilk kitap Netflix için Annihilation uyarlanmıştı) Florida’daki alg patlamaları, radyoaktif mantarlar ve genetik bulaşma; Çernobil’in Kızıl Ormanı, Fukushima’nın mutasyona uğramış deniz canlıları ve Marmara Denizi’nin müsilajı ile neredeyse aynı.
Distopya matematiğini en çok etkileyen bileşenlerden biri de hiç kuşkusuz Küresel Isınma! Bununla ilgili de 2014’te Interstellar'da dünyanın tarımsal durumu ile ilgili gösterilenler / anlatılanlar, 2024’te Türkiye’nin tahıl ambarı Konya Ovası’nda kuyuların kuruması ve obrukların ortaya çıkmasıyla görünür hale geldi.
Peki distopyalar neden basitmiş gibi görünen birer uyarı olmaktan çıktı? Bir zamanlar distopik romanlar, geleceğe dair basit uyarılardı. Bilim kurgu raflarında duran, bakın eğer böyle giderse ne olur diyen, ürpertici ama bir o kadar da fantastik senaryolardı. George Orwell'ın 1984'ündeki Büyük Birader ya da Aldous Huxley'nin Cesur Yeni Dünya'sındaki (Brave New World) genetik mühendisliği, çoğumuz için uzak, gerçeküstü kurgulardı. Ancak bugün, bu karanlık vizyonlar, edebiyat sayfalarından fırlayıp yanı başımızdaki gerçeğe dönüşmeye başladı. Distopyalar artık basit birer olası gelecek değil, şaşırtıcı bir hızla halihazırdaki gerçeklik oluverdi. Peki, nasıl oldu da bu kadar basit birer uyarı olmaktan çıktılar?
Eskiden bilim insanları, verilerle konuşur, objektif raporlar sunarlardı. Bugün ise İklim Değişikliği Paneli'nin (IPCC) raporlarını okuduğumuzda, sanki bir bilim kurgu romanının giriş bölümünü okur gibi oluyoruz. İnsanlık için kırmızı kod!, Kaybolan gelecek senaryoları gibi ifadeler, bilimsel gerçekliği, distopik bir gerilimin diliyle harmanlıyor. Bu, artık sadece istatistiklerin değil, aynı zamanda varoluşsal bir tehdidin dile getiriliş biçimi. Bilim, tehlikenin boyutunu o kadar net görüyor ki, bunu anlatmak için kurgunun en güçlü araçlarına başvurmak zorunda kalıyor. Bilim insanları bir nevi distopik yazarlar haline büründü, çünkü gerçeklik yeterince korkutucuydu ve bunu anlatmanın başka yolu kalmamıştı.
Bu noktada öne çıkan önemli bileşenlerden biri de Medya, gerçeği bize ulaştıran ayna. Ama son zamanlarda o ayna, distopik kurguların görüntülerini yansıtır oldu. Avustralya'daki devasa yangınlar için Mad Max manzaraları benzetmesi yapılması, 2021'deki Almanya sel baskınlarının Geleceğe Dönüş filmlerini aratmadığı yorumları... Bunlar sadece metafor değil. Bu benzetmeler, medya aracılığıyla gördüğümüz gerçek felaketlerin, kurgusal kıyamet senaryolarıyla birebir örtüştüğünü gösteriyor. Bir zamanlar sadece sinema perdesinde izlediğimiz veya roman sayfalarında okuduğumuz felaketler, artık haber bültenlerimizin baş köşesinde yer alıyor. Gördüğümüz bu manzaralar, distopyanın artık bir film sahnesi değil, sokaklarımızdaki gerçeklik olduğunu fısıldıyor.
Distopyaların sadece edebi eserler olmaktan çıkıp hayatın içine sızdığını gösteren en çarpıcı işaretlerden biri de, politik alandaki yansımaları. Fransa'daki kadınların protestolarında Margaret Atwood'un Damızlık Kızın Öyküsü (okumadıysanız bile dizisini izlemişsinizdir mutlaka) romanındaki giysileri sembol olarak kullanması, bunun en somut örneği. Bu, bir kurgunun sadece popüler kültür ikonu olmakla kalmayıp, toplumsal bir direnişin ve farkındalığın simgesi haline gelmesi demek. Dahası, iklim yasaları artık distopik senaryolara karşı yazılıyor. Yani siyasetçiler, geleceğe dair felaket senaryolarını sadece bir ihtimal olarak görmekle kalmıyor, bu senaryoların gerçekleşmesini engellemek için somut adımlar atmaya çalışıyorlar. Kurgu, artık yasaların bile temelini oluşturan, ciddiye alınması gereken birer gerçeklik senaryosu haline gelmiş durumda.
Distopyalar, bu yüzden basit birer uyarı olmaktan çıktı. Bilim, medya ve politika, bize her gün kurgunun ne kadar gerçek olabileceğini gösteriyor. Artık aynaya baktığımızda, geleceğin uzakta değil, bugünde ve hemen yarında olduğunu görüyoruz. Belki de bu yüzden, distopik romanları okurken eskisi gibi rahatça arkamıza yaslanamıyoruz; çünkü o sayfalar, ürkütücü bir şekilde hayatımızı anlatmaya başlamış durumda.
Bu noktada iklim krizini edebiyatın kehaneti diye romantize etmek tehlikeli bir yaklaşım olur. Asıl mesele, distopyaların bize bilimin 40 yıldır haykırdığı gerçeği hissettirmiş olması, çünkü insan beyni istatistiği değil, hikâyeyi anlıyor. Atwood’un dediği gibi: "Hiçbir şey yapmamak lüksümüz kalmadı. Çünkü kurgu, kapımızda bekleyen gerçeğin provasıydı."
Yazarlar bize bir seçenek sundu: Ya distopyayı okursunuz, ya da onu yaşarsınız. Biz ikincisini seçtik. Şimdi üçüncü yolu yazma zamanı: Direnişi, umudu ve değişimi... Aksi takdirde yakında zeytinin tükendiği bir gelecek hayal etmek bizim için hiç zor olmayacak!
Ayşe Filiz
*Küçük bir okuma listesi de verelim merak edenler için.
- DelliÂddem - Margaret Atwood
- Damızlık Kızın Öyküsü - Margaret Atwood
- Gelecek Bakanlığı - Kim Stanley Robinson
- Yok Oluş - Jeff VanderMeer
YORUMLAR