Bazı resimlere sadece gözlerle bakılmaz. Bedenin diğer tüm duyu organları ve duyusal olmayanları da dahil bir şekilde incelersin. Bazen midende bir...
Bazı resimlere sadece gözlerle bakılmaz. Bedenin diğer tüm duyu organları ve duyusal olmayanları da dahil bir şekilde incelersin. Bazen midende bir boşluk oluşur. Sanki bir şey orada, tuvalin içinde sana seslenir ama kelimesizdir. Vücudun titrer ama isteksizdir. Nefesin kesilir ama yaşıyorsundur. Caravaggio’nun Şüpheci Thomas’ı da onlardan biri.
Bu resmi ilk gördüğümde, bir şeyin içime işlediğini hatırlıyorum ama ne olduğunu tam adlandıramamıştım. Belki Thomas’ın parmağını Mesih’in yarasına soktuğu o anın fizikselliği... Belki de resimdeki herkesin yüzünde dolaşan o merak, şüphe ve huşu hâli. Caravaggio burada sadece bir İncil sahnesini değil, insan doğasını çizmiş gibi.
Thomas’ın hikâyesini biliriz: Dirilen İsa’ya dokunmadan inanmak istemez. Ve bir gün İsa çıkar karşısına, yarasını açar: “Dokun!” Beni bu resimde çarpan şey temel olarak şu: Caravaggio bu sahneyi mucizevi bir ışıltı içinde sunmuyor. Tersine, neredeyse cerrahi bir gerçeklikte. İsa’nın yarası açık, Thomas’ın parmağı o yaraya sokulmuş. Diğer havariler neredeyse nefes bile almadan izliyor. O an sadece ruhani değil; biyolojik, maddesel, hatta biraz rahatsız edici. Ve galiba tam da bu yüzden sahici.
Caravaggio’da ışık her zaman bir karakter gibidir. Yüzlere ve ellere öyle bir düşer ki, neredeyse söz yerine geçer. Bu tabloda da ışık, Thomas’ın parmağını ve İsa’nın gövdesini aydınlatıyor. İnancın sınırını çiziyor gibi: Bakmakla yetinmeyen, dokunan bir inanç.
Bu resim bir inanç gösterisi değil, aslında bir şüphe anıtı. Ve tuhaftır, resmi izledikçe şüpheyi küçümsememeyi, hatta onurlandırmayı öğreniyorsun. Çünkü Caravaggio burada şüpheyi bir zayıflık olarak değil, insan olmanın temel hali olarak sunuyor. Thomas, inanç için dokunmak isteyen adamdır. Ve İsa da onu azarlamaz. Aksine, ona dokunma hakkını tanır. Bu da şu manaya geliyor: İnanç bile bazen bir iz bırakmalı ki gerçek olsun.
Resimdeki kompozisyon dar, neredeyse hiç boşluk yok. Figürler birbirine çok yakın; sanki Thomas’ın parmağı yalnızca İsa’ya değil, bize de dokunuyor. İzleyici olarak biz de o sahnenin bir parçası haline geliyoruz. Ve bu da Caravaggio’nun büyük mahareti: Seyirciyle sınırları kaldıran bir yoğunluk yaratmak. Her baktığımda başka bir şey fark ediyorum. Bir yüz ifadesi, bir elin gerilimi, kırışmış bir kaftan. Ama en çok da Thomas’ın yüzü kalıyor bende. Parmak yarada ama bakış hâlâ şüpheli. İnandığına kendini ikna etmeye çalışan bir insanın ifadesi o. Belki de inanç, bir eylem değil, bir süreçtir. Ve Thomas’ın şüphesi bizim sürekli tekrar ettiğimiz içsel yolculuğun aynasıdır.
Bazen düşünüyorum, Caravaggio bu sahneyi neden bu kadar bedensel yaptı? Belki de bize ruhani olanın bile bedenle anlaşılabileceğini, ya da anlaşılması gerektiğini anlatmak istiyordu. Belki de o da bizim gibi, yalnızca gördüklerine güvenen biriydi. Belki de kendisi de biraz Thomas’tı.
YORUMLAR