Dostoyevski'nin Beyaz Geceler'i için bir aşk hikayesi olmanın ötesinde, yalnızlığın, hayallerin ve gerçekliğin çarpışmasını işleyen, melankolik ve lir
Dostoyevski'nin Beyaz Geceler'i için bir aşk hikayesi olmanın ötesinde, yalnızlığın, hayallerin ve gerçekliğin çarpışmasını işleyen, melankolik ve lirik bir başyapıt diyebiliriz. Roman, 1848 yılından bu yana, ele aldığı evrensel temalar sayesinde güncelliğini korumayı başarıyor ve modern okuyucuyla bile güçlü bir bağlar kuruyor.
Romanın ana karakteri ve anlatıcısı, adı belirtilmeyen bir Hayalperest. St. Petersburg'un kalabalığında bile kendini bir yabancı gibi hisseden bu genç adam, tüm hayatını hayal dünyasında yaşıyor. O kadar ki, şehrin binaları bile onun için birer tanıdık haline geliyor. Gerçek insanlarla ilişki kurmak yerine, kendi iç dünyasında yarattığı karakterlerle konuşur, onlarla maceralar yaşar. Dostoyevski, bu karakter aracılığıyla modern insanın en derin yaralarından biri olan yalnızlığı ve topluma yabancılaşmayı ustalıkla tasvir eder. Hayalperest'in iç monologları, okuyucuyu onun kırılgan ve hassas ruhuna doğrudan davet eder.
Adından da anlaşılacağı gibi, St. Petersburg'un beyaz gecelerinde geçiyor hikâye. Bu kısa süreli, büyüleyici dönem, şehrin tüm melankolik havasını aydınlatıyor. Hayalperest'in hayatı da tam bu dönemde, köprünün üzerinde tesadüfen tanıştığı Nastenka ile değişiyor. Dört gece boyunca süren bu karşılaşmalar, Hayalperest'in hayallerinden sıyrılıp ilk kez gerçek bir insana, gerçek bir ilişkiye yaklaşmasını sağlıyor. Nastenka'nın sevecenliği, neşesi ve hayat dolu enerjisi, Hayalperest'in yıllardır boş kalmış kalbini bir anda dolduruyor. Ancak bütün bunların yanında Nastenka'nın da kendine ait bir hikâyesi, kendi bekleyişi var. Hayalperest, Nastenka'ya olan aşkını itiraf ederken aldığı cevap ile hikâyenin her iki yanı da ortaya çıkmış oluyor.
Beyaz Geceler'in en çarpıcı yönü, hayaller ve gerçeklik arasındaki o ince çizgiyi işlemesi. Hayalperest, Nastenka'ya duyduğu sevgiyle hayal dünyasından çıkmaya başlıyor yavaş yavaş. Onun için Nastenka, somut, dokunulabilir bir gerçek. Ancak Nastenka'nın beklediği adamın ortaya çıkmasıyla, Hayalperest'in bu kısa süren mutluluğu bir anda yıkılıyor. Nastenka'nın, kendisini bir arkadaş olarak görmesi ve beklediği adama dönmesi, Hayalperest'i tekrar eski yalnız dünyasına itiyor. Dostoyevski, bu acı tatlı sonla okuyucuya şu soruyu sorduruyor: Bir anlık mutluluk, bir ömür boyu süren yalnızlığın telafisi olabilir mi?
Dostoyevski'nin romanda kullandığı dil, diğer eserlerindeki felsefi ağırlık ve yoğunluktan daha farklı. Daha lirik, şairane ve duygusal bir ton hakimdir. Hatta daha sadedir bile diyebiliriz. St. Petersburg'un atmosferini, beyaz gecelerin büyüsünü ve karakterlerin iç dünyasını resmederken, okuyucuyu adeta bir şiirin içine çekiyor. Hayalperest'in coşkulu monologları, Nastenka'nın naif konuşmalarıyla birleşerek okurun kalbinde derin bir iz bırakıyor. Romanın sonundaki o meşhur cümleler, Hayalperest'in fedakarlığını ve Nastenka'ya olan saf, karşılıksız sevgisini ölümsüzleştiriyor.
Modern insanın yalnızlığı, hayalleri ve gerçeklikle yüzleşme sancıları Beyaz Geceler ile önemli bir yere oturuyor ve belki de bu yüzden zamana meydan okuyan bir metin. Dostoyevski'nin kaleminden çıkan bu kısa roman, okuyucuya hüzünlü ama umut dolu bir deneyim sunuyor. Bu romanı okumak, bir anlamda kendi hayallerimizle ve gerçeklerimizle yüzleşmek demek. Okurken dikkat edin yani! :)
YORUMLAR