Marc Spector: Moon Knight maskesinin ardındaki bölünmüş zihin. Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu, Khonshu'nun sesi ve kahramanlığın trajik sınırları.
Moon Knight ile ilgili bir şeyler akla geldiğinde insan kendini hep bir aynanın karşısında bulacakmış hissi uyandırıyor. Çünkü Marc Spector’un hikâyesi, bir kahramanın sokaklarda kötülere karşı verdiği mücadele değil; aynı zamanda insan zihninin bölünmüş, çatlaklarla dolu odalarında dolaşmak gibi bir şey. Maskenin altında tek bir kişi yok; Marc, Steven, Jake… ve belki de başka isimler, başka sesler. Bazen hangisinin gerçek, hangisinin hayal olduğunu ayırt etmekte büyük problem yaşıyorsunuz. Belki de işin özü başka. Hepsi gerçek, çünkü temelde hepsi onun gerçekliği.
Marc Spector’un hayatı zaten parçalanmaya hazır bir zemin üzerine kurulu. Asker, paralı asker, mezar soyguncusu, kahraman… her rol bir öncekini törpülüyor, her seçim biraz daha kimliğini aşındırıyor. Sonra sahneye Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu giriyor: farklı kişilikler, farklı maskeler, farklı hikâyeler. Steven Grant’ın kibar, düzenli ve kırılgan dünyası; Jake Lockley’nin sert, sokaklara ait dili; Marc’ın şiddetle yoğrulmuş geçmişi… Birbirleriyle çelişiyor gibi görünseler de aslında aynı travmanın yankıları bunlar. Muhtemelen bu kimlikler, Marc’ın kendine kurduğu savunma sistemleri. Hayatta kalmak için bölünmek zorunda kalmış bir ruhun parçaları. Kimisi acıyı taşır, kimisi sorumluluğu, kimisi şiddeti. Bir noktada bu parçaların hepsi, Marc’ın tek başına kaldığında taşıyamadığı yükleri üstleniyor. Bu yüzden de kimlik dağılması onun kırılganlığı değil, ayakta kalabilme stratejisi.
Ama işte mesele burada karışıyor. Kahramanlıkla deliliğin sınırı Moon Knight’ın zihninde sürekli bulanık. Bir yandan Khonshu’nun gölgesi – ilahi bir ses mi, yoksa sadece zihninin bir oyunu mu? – sürekli ona fısıldıyor. Öte yandan bu bölünmüş kimlikler, onun adalet arayışını daha da karmaşık hale getiriyor. Hangi Moon Knight adalet dağıtıyor? Hangisi suçluları cezalandırıyor? Ve daha önemlisi: Bütün bu parçaların toplamı, gerçekten kim?
Moon Knight’ın asıl trajedisi de burada yatıyor. O, tek bir kahraman değil; birden fazla kahramanın tek bedende sıkıştığı bir paradoks. Bazen kendi içinde kavga ediyor, bazen birlikte hareket ediyorlar. Ama hangisinin gerçek Marc olduğunu sorduğunuzda cevabı hiç bulamıyorsunuz. Belki de bulmak zorunda değilsiniz. Kim bilir...
The Bottom'ı okuyanlar bilir. Moon Knight’ın en karanlık hikâyelerinden biridir. Burada Marc Spector, fiziksel olarak parçalanmış, psikolojik olarak da çökmüş halde karşımıza çıkar. Eski dostlarını kaybetmiş, Khonshu’nun sesini neredeyse işkence gibi duyan bir adamdır. Seride, onun DKB belirtileri daha sert biçimde açığa çıkar; farklı kimlikler arasındaki geçiş, bir kahramanlık kostümü giymekten çok, hayatta kalmak için sürekli beden değiştirmek gibidir. Bu hikâye, Moon Knight’ın kahramanlığını değil, kırılganlığını öne çıkarır. Onu bir süper kahramandan çok, kendi zihniyle kavga eden bir insan olduğunu hatırlatır. Başka önemli bir macera olan Lunatic ise Moon Knight’ın iç dünyasının haritasıdır. Marc, bir akıl hastanesinde uyanır ve gerçekliğin sürekli değiştiğini fark eder: bir an hastanede, bir an Mısır’da, bir an New York’ta. Hikâyede farklı kişilikleriyle yüzleşir; Steven, Jake, Moon Knight ve hatta Khonshu, hepsiyle tek tek karşılaşır. Çizimler de hikâye kadar parçalıdır; her kişilik farklı bir sanat stiliyle sunulur. Hikâyede Moon Knight sadece kimlik dağılmasına sahip bir adam değil; kimliklerinin arasında anlam arayan biri olarak karşımıza çıkar. Gerçeklik kayması, DKB’nin edebi bir tercümesine dönüşür.
Genelde son dönemde Disney+'ta karşımıza çıkan Marvel dizileri pek tat vermiyor. Ama Moon Knight’ın dizisi ana akım izleyiciye kahramanı tanıtırken en çok DKB meselesini merkeze alıyordu. Marc ve Steven’ın sürekli yer değiştirmesi, sadece bir psikolojik sorun olarak değil, aynı zamanda dramatik bir gerilim unsuru olarak işlendi. Özellikle final bölümlerinde Jake Lockley’nin gizli varlığı, bu hikâyenin aslında daha derin olduğunu hissettirdi. Çizgi romanlarda yıllarca gölgede kalmış olan DKB meselesi, bu kez sahici bir şekilde öne çıkarıldı. Ancak yine de kahramanlık hikâyesi ile psikolojik kırılma arasındaki çizgiyi tam anlamıyla dengede tutmakta zorlandılar. Çizgi romanlarda gördüğümüz o parçalanmışlık, dizide daha kontrollü bir şeye dönüştürülmüş gibiydi. Bu da muhtemelen okuyucuya değil izleyiciye hitap etmekten kaynaklanıyordu.
Tuhaf karakterlerin en ilginci sayılabilecek Moon Kinght, insandaki bölünmüşlük hissini fazlasıyla ortaya çıkarırken hem çizgi romanlarda hem de son dönemde yayınlanan Disney+ dizisi ile epeyce bir ivme yakaladı. Süper Kahraman çizgi romanlarında bile bir ana akım kahramanlar ordusu oluşmuşken, arada ve arkada kalan karakterleri okumak, izlemek de ayrıca keyif veriyor.
YORUMLAR