Wonder Woman: Amazon savaşçısı. Hiketeia öyküsü, onu tanrısal idealizm ile insani merhamet arasında, etik ikilemlerle boğuşan bir figüre dönüştürüyor.
Çizgi roman dünyasının belki de ilk feminist karakterlerinden biri sayılabilecek olan Wonder Woman’a baktığınızda, kahramanlıktan çok bir ideali görürsünüz. Barışın, adaletin ve mükemmelliğin vücut bulmuş hali. Ne yaparsa yapsın, asla hata yapmayan; ne kadar zorlansa da yıkılmayan; ne kadar incinse de duygularını bastırmak zorunda kalan bir figür. Diana, sadece kahramanların değil, ideallerin yükünü de taşır. Belki de trajediye kayan yönü de tam olarak budur: Tanrıçaya dönüşürken, insan olmaktan uzaklaşmak!
Themyscira’dan gelen bir Amazon olarak Diana’nın dünyaya adapte olma çabası, başlı başına bir çelişki taşır. İnsanlığın kurtuluşu için gönderilmiş bir üst varlıktır aslında ama kurtarmaya çalıştığı dünyanın hatalarına, kırılganlıklarına, duygusal karmaşasına karıştıkça kendi mükemmelliğiyle çatışır. Wonder Woman'ın gücü sadece fiziksel değildir; doğruluk, merhamet ve idealizmden oluşur. Ancak bu kusursuz değerler sistemi, aynı zamanda bir hapishaneye dönüşür. Diana hata yapamaz, çünkü herkes ondan daha iyi olmasını bekler.
Özetle tanrıça kompleksinin en zarif ama en ağır örneğidir diyebiliriz Wonder Woman için. Tanrılarla konuşabilen bir figürdür ama insana en çok yaklaşmak isteyen tarafı daha ağır basar. Fakat bu iki alan arasında sıkışır: Tanrısal idealleriyle insanî zayıflıkları arasındaki gerilim, onu hep bir sınırda tutar. Bazen kendi adalet anlayışıyla bile çelişir; çünkü dünyayı gerçekten değiştirmek istiyorsa, sadece ışık olmak yetmez, karanlığı da anlaması gerekir.
Okuyanlar bilir... Greg Rucka’nın Wonder Woman: Hiketeia’sı, süper kahraman anlatılarında nadiren görülen türden bir ahlaki derinliğe sahiptir. Burada kahramanlık, yumrukla değil, ilke ve inançla sınanır. Rucka, Wonder Woman’ı alıştığımız kusursuz savaşçı imgesinden çıkarıp, mitolojik geleneklerle ahlaki ikilemler arasında sıkışmış bir figüre dönüştürür. Hikâye, Diana’nın tanrısal adalet anlayışıyla insanî merhamet duygusu arasındaki çatışmanın en çarpıcı örneklerinden biridir.
Hikâye, Rachel adında genç bir kadının Diana’nın kapısına gelip, hiketeia adlı eski bir ritüeli başlatmasıyla açılır. Antik Yunan geleneğinde hiketeia, bir tür kutsal sığınma yemini; biri bu yeminle birine sığınırsa, o kişi onu korumakla yükümlü olur ve her ne olursa olsun onu korumak zorundadır. Ancak Rachel’ın geçmişi karanlıktır: intikam amacıyla birkaç kişiyi öldürmüştür. Kaderin ironisi şudur ki, onu yakalamaya çalışan kişi Batman’dir. Ve böylece Diana, kutsal yeminine sadık kalmakla adaletin tarafını tutmak arasında kalır.
Rucka’nın hikâyesinde, Diana’nın içsel ikileminin sessiz ama sarsıcı biçimde işlenmesi, okuyucuyu derinden etkiler. O, burada sadece bir kahraman değil, inançlarıyla yüzleşen bir kadın olarak karşımıza çıkar. Adalet, onun için soyut bir kavram değil; yaşam biçimidir. Ama Rachel’ı korudukça, insan yasalarına ve hatta kendi vicdanına karşı gelmeye başlar. Bu, tam anlamıyla az önce de bahsettiğimiz gibi bir tanrıça kompleksi anıdır. Diana, insan adaletini aşmaya çalışırken, kendi adaletini yaratır. Ancak bu yeni adalet, bedelsiz değildir.
J.G. Jones’un illüstrasyonları hikâyenin tonunu mükemmel biçimde tamamlar. Çizgiler net, yüz ifadeleri serttir; her panelde ağırlık hissedilir. Özellikle Diana’nın Batman’le karşı karşıya geldiği sahnede, iki ideolojinin çarpışmasını hissedersiniz: biri merhametin, diğeri mutlak adaletin temsilidir. Batman hukuku, Diana ise adaleti savunur. Fakat sonunda her ikisi de kaybeder. Çünkü Rucka adalet, tanrısal ellerde bile trajedi doğurabilir fikrini büyük bir ciddiyetle ve içinize sindireceğiniz şekilde anlatır. Bu yönlerinden dolayı Hiketeia, Wonder Woman’ın idealizmini sorgulatan, onu “yanılmaz” kahraman statüsünden çıkarıp etik ikilemlerle boğuşan bir figüre dönüştüren bir hikâye. Belki de bu yüzden, Rucka’nın Diana’sı, süper kahraman olmaktan çok, antik bir trajedinin kahramanına benziyor. Tanrıların yasasıyla insanın vicdanı arasına sıkışmış bir karakterin hikâyesi.
Son sayfalarda, Rachel’ın trajik sonu Diana’yı sessiz bir yüzleşmeye sürükler. Onu kurtaramamıştır, ama yeminini bozduğu için de kendini affedemez. Bu sessizlik, Hiketeia’nın asıl gücü: Kahramanlıktan çok, insani kırılganlığın sesi. Ve tam da bu yüzden, Hiketeia, Wonder Woman’ın en “insan” olduğu hikâyelerden biri olarak hafızada kalır.
Diana ya da nam-ı diğer Wonder Woman, insanlığın kurtarıcısı olmayı seçmeseydi, belki de ilk defa kendini kurtarabilirdi. Çünkü mükemmellik, onu ulaşılmaz bir sembole dönüştürürken, duygularını yaşamasını da engelliyor. Aşk, öfke, kırılganlık... tüm bunlar, onun ideal imgesine yakışmayan zayıflıklar olarak görülüyor. Temelde Diana, kendi içindeki tanrıçayla insanı dengelemeye çalışıyor. Bu denge, hiçbir zaman tam anlamıyla sağlanamıyor belki, ama onu benzersiz kılan da bu sürekli mücadele. Çünkü mükemmel kahramanların arasında, kendi kusurlarını fark eden biri o.
YORUMLAR