Predestination: Kendine yolculuk. Zaman döngüsü kılıfında, kimlik arayışının ve pişmanlıkla hesaplaşmanın trajik hikayesi. Kader, döngü değil, biziz!
Bazen insan bir filmi izlemez, kendi varlığının gölgesini izler. Predestination'da olduğu gibi. Bir bilimkurgu kılıfının içinde, ruhunun karanlık bir köşesinde gizlenmiş o büyük soruyla karşılaşıyorsun:
Ben kimim? Bu kadar basit bir soru, nasıl bu kadar ağır olabiliyor, değil mi? Film, zaman yolculuğu gibi görünse de aslında bir kendine yolculuk hikayesi. Zaman sadece bir dekor, asıl hikaye kalbin içinde dönüyor.
Başta bir görev, bir ajan, bir bomba var. Her şey sıradan bir zaman döngüsü hikayesi gibi ilerliyor.
Ama sonra… Sonra anlıyorsun ki, hiçbir şey dışarıda değil. Tüm olaylar, tüm karakterler, tüm kırılmalar aynı insanın içinde yaşanıyor. Zamanın katmanları değil, ruhun yaraları birbirine dolanmış. Film seni öyle bir yere götürüyor ki bir noktadan sonra hem ağlamak hem susmak istiyorsun, çünkü ne hissettiğini bile tanımlayamıyorsun.
Kendini yeniden yaratmak isterken, aslında kendi yıkımının mimarı oluyorsun. Bir insan nasıl hem kendi annesi hem kendi babası hem de kendi düşmanı olabilir? Film bunu anlatıyor ama öyle bir yerden anlatıyor ki, neredeyse acıyı kutsuyor. Çünkü orada bir trajediden öte, bir kabul var. Kaderle savaşmak yerine onunla dans etmeye çalışan bir ruh gibi… Kendini değiştirmeye çalıştıkça, kendini daha çok tanıyorsun. Her denemede biraz daha kırılıyor, biraz daha eksiliyorsun, ama belki de ancak eksildikçe tamamlanıyorsun.
Sen kimsin? diye sormuyor film. Kendine ne yaptın? diye fısıldıyor kulağına. Ve bu fısıltı, tüm sahnelerin ötesinde yankılanıyor. Çünkü hepimiz bir yerlerde kendimize bir yara açtık. Bir seçim yaptık, bir kapıdan geçtik ve bir daha eskisi gibi olamadık. Predestination, o kapıdan geçmenin hikayesi aslında. Zamanı bükmek değil mesele; pişmanlıkla barışmak.
Filmin ortalarına doğru, Jane karakterinin hayat hikayesini dinlediğinde içinden bir şey kopuyor. Çocukken dışlanmış, sevilmemiş, kendine yabancılaşmış biri… O kadar tanıdık ki. Hani bazen kendi yerini bulamıyorsun, kim olduğuna dair bir boşluk hissediyorsun ya işte Jane o boşluğun vücut bulmuş hali. Ardından da kader, onu öyle bir yola sokuyor ki… O kimlik arayışı, dönüp dolaşıp aynı yere, yani kendine çıkıyor. Ama ne acı: o kendine vardığında, artık başka biri. Bir nevi kendi doğumunu ve ölümünü aynı bedende yaşayan bir insan gibi. O kadar sarsıcı, o kadar iç burkan bir metafor ki bu, izlerken kalbin ağırlaşıyor.
Filmin temposu yer yer sessizleşiyor. Bazı anlarda zaman durmuş gibi hissediyorsun. Ama işte o duraklamalar, insanın iç hesaplaşma anlarına benziyor. Kendinle kaldığın, cevap bulamasan da sormaktan vazgeçmediğin anlara… Ve işte tam o noktalarda film, bir sinema deneyiminden çıkıyor, bir aynaya dönüşüyor. Kendine bakıyorsun. Ne kadar döngü kurarsan kur, ne kadar geçmişi değiştirirsen değiştir, aynı kalbi taşıyorsun. Ve o kalp, hep aynı acıya dokunuyor.
Final sahnesinde, bir sessizlik çöker. Bir yandan bitti dersin ama içinde başka bir ses hayır, bitmedi der. Çünkü aslında film bitmiyor. Senin içinde, çok derin bir yerinde yaşamaya devam ediyor. Bir yankı gibi. Belki de film tam da bunu anlatmak istiyor: Bazı hikayeler bitmez, çünkü insan bitmez. Kendini anlamaya çalışan bir kalp, hiçbir zaman tamamen huzur bulamaz. Ama o arayışın kendisi zaten yaşamın anlamıdır.
Predestination bir film değil de bir dua gibi sanki. Zamanın Tanrı rolü oynadığı, insanın ise kendi günahını affetmeye çalıştığı bir dua. Kimseye anlatamadığın o sessiz iç hesaplaşmaların, tüm keşkelerinin, tüm neden benlerinin sinemadaki karşılığı. İzledikten sonra öylece kalıyorsun. Sanki biraz daha yaşlanmış, biraz daha anlamış, ama aynı zamanda biraz daha yalnız hissediyorsun. Çünkü fark ediyorsun: Kader bir döngü değil, biziz o döngü. Ve bazen insan, en büyük yolculuğunu sadece kendi içine yapabiliyor.
İşte bu yüzden, Predestination izlenip geçilecek bir film değil. Bir kere içine girince, kolay kolay çıkamıyorsun. Bir yerinden tutuyor seni, belki bir replikte, belki bir bakışta ve diyor ki: Bak, bu sensin.
Zaman değişir, isimler değişir ama acı hep aynı kalır. Ve anlıyorsun… Bazı hikayeler, zamanı aşar;
bazı filmler, seni izler.

YORUMLAR